24 Temmuz 2012 Salı

Zordur almak bizden kızı.


-Eeee Guile efendi her işin bir külfeti vardır bizde adet böyle.
-Sooonic booom!
-Kamuran,damat bey oğlumuz ordu mensubuydu dimi,pekte yakışıklıymış tü tü tü tü.
-Öyle öyle yüzbaşı Guile oğlumuz Florida Hava İndirme Üssü Komutanlığında yüzbaşı.
-Maaşallah maaşallah aslan gibi çocuk,saçlar ilk başta zeytinburnunda hoş karşılanmadı ama sonra bütün telsiz mahallesi alıştı oğlumuza.
-Eeee sünnette oldun bakalım köftehor aferin sana hakettin kızımızı,ne zaman yapıyoruz düğünü?
-Sooonic booom!
-İnşallah inşallah,biz modern görüşlü bir aileyiz çocuğum siz karar verin biz karışmayız.
-Yanlız tek bir ricamız olacak ona riayet etseniz yeter çocuğum,şu blanka isimli arkadaşını davet etmesen düğüne,hayır hamile var çocuklu kadınlar var.
-Gelmez o gelmez Radife ben nişanda kulağını büktüm hergelenin herşeyin bir haddi hududu var o göğüs kılları ne öyle ayıp.
-Artık bize söz düşmez o zaman gençler birbirini görmüş sevmiş oğlumuzda dini vecibelerini yerine getirdi.Bu yaz hemen düğünü yapmak lazım,sen ne dersin guile oğlum
-Sooonic boom!
-İnşallah hepsi olur sırayla.

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Şehirlere bombalar yağardı her gece,biz dinozor yumruklardık..


"sis dağının başları da püfür püfür esiyi... baban goyun gurbani çifter çifter kesiyi..." adamımızı tam böyle bir türkünün ortasında rahatsız ediyoruz. üstelik elimizde el bombası altımızda ise sarı tayt var. fakat bununla bitmiyor. rahatsız ettiğimiz arkadaş kalktığı gibi zincire vurduğu "deinonychus" marka dinozorunu nedensiz yere yumruklamaya başlıyor.
aslında biz blog mottomuzda bu olaya gönderme yaptık "tuşlara basma adam kızıyor" ve "dinozoru yumruklama dinozor kızıyor" gibi. bu tip küçük tarkovskyvari, nuri bilge ceylan tarzı göndermelerimiz olacaktır, böylelikle entelektüel bir okuyucu tayfası yakalamaya çalışıyoruz kusura bakmayın.
ben şu yaşıma kadar hiçbirşey öğrenmediysem bile şunu öğrendim; bir adam dinozorunu yumrukluyorsa ciddi anlamda sıkıntı ve stres sahibidir. öte yandan oyunda darwinist öğelere sık sık vurgular yapılmakta. nasıl mı? insanlar ve dinozorların yaşadığı bir dünya bildiğiniz gibi tam da darwin'in bizleri layık gördüğü bir dünyaydı. allahtan sonra adnan hoca ve oktar babuna dünyaya indiler de bu tip çılgınca fikirlerden kurtulup camiilere ayakkabısız girmeye başladık.

Öte yandan oyunun yapım aşamasında capcom yetkilileri, ilk bölüm boss'u için asım can gündüz'le anlaştıklarını zamanında iddia etmişseler de ben çok siklemedim. tek jetonla bitirdiğini iddia eden arkadaşlara ise birkaç sorum olacak.

O elindeki zıpkınla 890 adet zıpkın atan bilim adamı kılıklı yaratığı ölmeden nasıl geçiyordunuz?
Ayrıca öldürdükçe içinden daha büyük bir kertenkele çıkan bir kulampara vardı aha da altta resmi var;

hah bu antalya'daki bir otel inşaatının şantiyesinde dövüşen 9 kafalı 6 bacaklı arkadaşı nasıl ölmeden geçiyordunuz. bana bir anlatırsanız sevinirim. şimdilik saygılar. gerçekten harika bir yazı olduğunu düşünüyorum. ve bu yazıyı yazarken dinlediğim şarkıyı sizlerle paylaşmaktan gurur duyuyorum.

Dostluk Elektrik Gibidir.


Herşey Shang Tsung'un Çin Miras ve İntikal Mahkemesi'nin kapısında ağır şekilde linç edilip hastaneye kaldırılamadan ölmesiyle başladı. Oysa ki onlar doksanlı yılların fenomen dövüşçüleri, yüreklerde taht kurmuş birer caniydiler. Belki birbirlerinin kafasını kopartırlardı neşe ile, belki yüksek bir köprüden mızrakların üzerine attılar birbirlerini ama dosttular arkadaştılar.
Sub-zero 2003 yılında Çin'de yaşanan büyük kuraklık sonucunda buharlaşmış, Kano ücra bir kasabada günlüğü 1 dolara sahte çanta atölyesinde çalışmaktan öbür gözünüde yitirmiştir. Sonya Çin merkez mahallesinde açtığı jimnastik salonunu erotik masaj salonuna çevirmek zorunda kalmış ve Şangay polisi mekanı basınca Sonya Bacı Mantı ve Gözleme Evi formatında karar kılmıştır. Johnny Cage'le olan eşcinsel birlikteliği ortaya çıkan Liu Kang, 2004 yılında  tamamen  kadın olmuş ve Hollanda 'da kendi uzak doğu sporları salonunu açmış, Gay-Fu isimli bir öğreti geliştirmiştir. Johnny Cage salonun büfesini uzun yıllar işletmiş, taze sıkılmış meyve suları, protein tozu, kaçak çay falan derken yolunu bulmuştur. Belki de bu tayfa içersinde en bahtsız olanlar ise Raiden, Goro ve Scorpion'dur. Raiden 2002 yılında kaçak elektrik kullanmaktan 4 yıl 9 ay hapis cezası almış ve elektrik saati sonsuza kadar mühürlenmiştir. Cenaze ve levazım işine giren Goro ve Scorpion Çin'de büyük bir potansiyel olduğunu düşünürler. Goro taşıma işini dört koluyla üstlenmekte, isteyen cenaze sahibinin meftası da Scorpion tarafından yakılmaktadır. Bu mutlu tabloya Goro'ya koyulan eklem romatizması teşhisi gölge düşürür. Kortizon kullanmaya başlayan Goro malülen emekli olur ve üç aylık 4 dolar Çin tekavüt maaşı bağlanır. Akabinde Çin Büyükşehir Belediyesi kömür kullanma yasağı getirince Scorpion doğal gaz bağlatmaya yanaşmaz ve işletme dağılır. Raiden'ın hapisten çıkmasıyla birlikte, Çin mallarının büyük rabet gördüğü ülkelerden biri olan Türkiye'ye yerleşmeye karar verirler. Çin malı olarak Türkiye'ye gelen dostlarımız ilk iki ay Tarlabaşı'nda Nijerya'lı turistlerle aynı odada 17 kişi kalırlar. Tuvalet kuyruğunda cinnet getiren Goro, Nuwambe isimli saat satıcısının göğsünde klasik fatalty haraketini yapınca kapı dışarı edilirler. Yıllarca istanbulun ücra köşelerinde kağıt ve pet şişe toplayarak geçinmeye çalışırlar. En sonunda Raiden Çağlayan'da bir kıraathanede işe başlar, dürüst çalışmasını ve hızlı şekilde çay dağıtışını beğenen ocak sahibi Scorpion'u da işe alır. Umarım bu hikayeden bir pay çıkarmışsınızdır. Dostluk en bulunmaz bir şeydir.

22 Temmuz 2012 Pazar

KANO

Hangimiz ilk Mortal Kombat'ı gördüğünüzde "Ananske, gerçek lan!" diye feryatlara gömülmemişizdir ki? Bugün oyundan değil de oyunla ilgili bir anımdan ve o anıyı takip eden dönemimden bahsedeceğim.
Oyunda genellikle seçtiğim karakter Kano'ydu. O zamanlar yabancı dilim olmadığı için kelimeleri aklımdan tutup eve gidince sarı langenscheidt sözlükten bakmak suretiyle oyunda "Bitir onu", "Ölümcüllük" veya "Kudretini test et" gibi cümlelerin geçtiğini öğreniyordum. Bir tek Kombat kelimesi sözlükte yoktu, onu da bulamadıkça sinirden kendimi yiyip bitiriyordum.


Kano'nun özgeçmişine şimdi baktığımda daha o genç yaşımda istemeden de olsa kendini itliğe kopukluğa vermiş birine gönül verdiğim için kendimi suçlu hissediyorum. Ama oynanışı iyiydi, götünüz sıkışınca hemen kolu saat yönünde çevirerek yapılan dönme hareketiyle kurtulabiliyordunuz. Rakiplerimi de her zaman bu yönümle delirtmiştim.

O zamanlar yaşım 11 ya da 16'ydı. Yedikule'de bir atari salonuna gidiyordum. Sonradan isminin Dayı olduğunu (gerçek adının bu olmadığına, sadece oraya gelenlerin ona dayı dediğine eminim) öğrendiğim atari salonu sahibinden aldığım beş jetonla akşama kadar gelenin gidenin ağzını kırıyordum. Fakat bu küçük çaplı başarı bana yetmiyordu. Kendimi daha fazla kişiye tanıtmam, Mortal Kombat'taki ustalığımı daha fazla kişiye göstermem gerekiyordu. 


O yaz Avşa'ya tatile gittik. İnsanların deniz, güneş ve sahil üçlemesi amacıyla geldiği bu adada birkaç tane atari salonu vardı ve hemen birine hücum ettim. Umduğumu bulmuştum, Mortal Kombat tüm heybetiyle orada duruyordu. Oyunu oynayan bir çocuk vardı, jeton alıp yanına yanaştım. Daha ikinci adamdaydı. Atari salonlarında çıkma teklifi değeri taşıyan soruyu sordum: "Yanına gireyim mi?"
Çocuk beni baştan aşağı süzdü ve gülerek, adeta benimle taşak geçercesine "Girersen gir" dedi. Mağrur bir ifadeyle jetonumu şekilsiz delikten içeriye attım ve oynamaya başladık. Fazla lafa gerek yok.
Onun ağzına sıçtım.
Çocuk, olan bitene inanamayan bakışlar ve dolmuş gözlerle, sanki tuhaf bir kabustaymış gibi yalpalayarak geriye doğru attığı adımlarla benden kaçmaya başladı. Ağzını açtı, "Olamaz, sen bir Mortal Kombat ustasısın. Ününüzü daha önce duymuştum fakat biriyle karşılaşacağımı hiç düşünmemiştim" diyeceğini tahmin ederken "Bekle lan burada" dedi ve koşarak dışarı fırladı.
Anlam veremeyerek oyunuma devam ettim. O zamanlar Köprü olarak bildiğim ama sonradan adının The Pit olduğunu öğrendiğim arenada ve o zamanlar Yeşil Ninja olarak bildiğim ama sonradan Reptile olduğunu öğrendiğim karakteri de döverek yola devam ettim. Goro'ya geldim. O an içerideki ışık solgunlaştı. Atari makinasının üzerine bir gölge düştü. Ekranın camındaki yansımadan arkamda Goro'yla arasındaki tek farkı iki kolu olması olan bir heyulayı görebiliyordum. İşte o an hiç de yabancı olmayan bir ses "Abi, beni yenen piç bu işte" dedi. Taşlar yavaş yavaş yerine oturmuştu. Korkarak arkamı döndüm. Arkamdaki henüz reşit olmamış olmasına rağmen şu yaşımda bile tanıdığım kimsede olmayan bir cüsseye sahip bir canavardı. İçimdeki düşünceler birbirine karışmıştı, az sonra ya joystiğe oturtulacağım ya da ekrana yapıştırılacağımdan ziyade gazetelerin üçüncü sayfasında yayınlanacak olan ve başrolünde benim olduğum "Atari salonunda dehşet" başlıklı haber geliyordu. Bir de tabutumun başında ağıt yakan anam... Çilekeş anam...
Genç azmanı elini kaldırdı. İrkildim. Elinde Avşa'nın yakıcı güneşinin vuruşuyla parlayan bir şey vardı.

Bu bir jetondu.



Kendinden son derece emin bir ifadeyle biraz önce jetonumu attığım delikten kendi jetonunu attı. Gözünü intikam hırsı bürümüş olduğundan emindim zira kimse jetonuna kıyıp da sondan bir önceki adam olan Goro'yla kapışan birinin yanına girmezdi. Subzero'yu aldı ve dövüşümüz başladı. İlk raundu ben kazanmıştım.
İkinci raund başlarken karar veremiyordum. Acaba bu raundu bilerek kaybetmeli miydim? Eğer kaybedersem belki üstün Mortal Kombat yeteneğime yakın olduğu için kendiyle gurur duyar ve beni öldürmekten vazgeçerdi. Ama bu sefer üçüncü raundu ben kazanacağım için içinde yeşeren "Belki yenerim" umutlarını söndürmüş olacaktım ve bu onu daha da sinirlendirecekti. Oyunu ona veremeyecek kadar da gururluydum. İkinci raundu kaybettim. Yanındaki çocuk "mihmihmih" diye güldü. Devasa genç ise hala tek kelime bile etmiş değildi. Nasıl bir yaratıkla karşı karşıyaydım, anlam veremiyordum. 
Üçüncü raundu da ben aldım. Gulyabani bana döndü ve elini uzattı. Tokalaştık. Gittiler. Yaşadığıma inanamıyordum. Oyunum bittikten sonra dışarıya çıkıp baktım. Dövme amaçlı beklemiyorlardı. Böylelikle Avşa adasının tuhaf bir yer olduğunu anlamıştım. 
Ertesi gün yine aynı salona gittim. Yine o çocuk oynuyordu. "Yanına gireyim mi" dediğimde gözyaşlarına boğulup bir yandan oyununa devam edip bir yandan da diziyle jeton atma deliğini kapatıp jetonumu atmama mani olmaya çabalayarak "Abi girme başka jetonum yok" diye yalvarmaya başladı. Güldüm ve Spinmaster makinasına yöneldim.
Sonra o atari salonunda ünlendim. Etrafımda oyunumu izlemek için toplaşan tipler oldu. Sonra geri döndük. Aradan birkaç sene geçtiğinde ise o atari salonlarının hepsi kapatıldı. Sonunu bağlayamadım.

Baaang baaaang!

        Super Pool III,atari salonun kapısından geçerken bu nidayı duyan her ergen gencin algı ve sinir sisteminde köpek düdüğü etkisi yaratmış bir oyundur.
        Baaang baaang!diye şuh bir ses duyulduğu an cep harçlıkları kontrol edilir,gözlerde vertigo etkisi ve ağzın kenarında salya indi inecek pozisyona gelinirdi. Oyunun diğer bir adıda cenin soymacadır. Japonya'nın ücra köşelerinden oyunumuza katılan 12+ dilberlerimiz üç hafta önce çıkmış göğüsleri ve buğulu japoncalarıyla içimizi gıcıklamaktadırlar. Aldığımız her sayı, kazandığımız her oyun bize sivilce büyüklüğünde göğüsler ve amasya elması gibi yanaklar görme fırsatı sunar. Çağının en erotik oyunlarının başındadır SPIII. Üzerimizde büyük etki yaratmasının en büyük sebebi bir ödüllendirme sisteminin olmasıdır. O yaşlarda hiçbir ergen pikselin ne olduğunu farkedemez çünkü. Ten rengi bir satıh üzerinde devam eden yumuşak kıvrımlar, o genç için yeterli bir ödüldür. Sonunda beklenen an gelir ve kafasında yarım ısırılmış domates olan kardeşimizde soyunduktan sonra bingo! Oyun bizi yeniden ödüllendirir, altta credit 01 yazmaktadır. O an kendinizi japon porno sektörünün içerisinde kabul görmüş bir direktör gibi hissedersiniz. Sürekli iç gıcıklayıcı kıkırdamalar, ile genizden gelen japonca tebrik sözleri sigaraya başlamanız için muhteşem bir platform oluşturur. Belli bir süre oyunun logo ekranında bulunan japon-şeytan-tavşan-cini kızın kolumda dövme olmasını istedim diyebilirim. Diğer güzel yanlarına değinelim oyunumuzun. Oyun imece usulü ile oynanmaktadır, player1 de player2 de aynı anda oynayabilir. Jeton atmadan player 2'nin kolundan atışlara yön verebilirsiniz. Arkadaşlarınızı deli edebilir , harika küfürlerin doğuşuna tanıklık edebilirsiniz. Oyuna konsantre olmanıza gerek yoktur, sizden daha iyi oynayan birisi ıstakayı ayarlar sizde ağzınızda yeni harman sigarası ile tuşa basarsınız. İşte olmuştur, tavşan bağırmaktadır. Benim tutkuyla bağlı olduğum oyunlardan biridir bu oyun. Bir gün Miami'deki malikanemin oyun salonunun duvarlarını entegre romu süsleyecektir.
Saygılarımla.

21 Temmuz 2012 Cumartesi

Pit-Fighter dosyası


     Pit-Fighter tüm dövüş oyunları içersinde en umursamaz güdüklüğe sahip olması sebebiyle kalbimde taht kurmuş,en güzel yerimde olan bir tuhaf arcade oyunudur.

     Buzz, Ty ve Kato isimli güreşçi, karateci ve kickboksçu üç kafadarın önüne gelenin ağzını burnunu çarşamba pazarına çevirmesi üzerine kurulu bir hikayesi vardır oyunun. Tüm oyunlarda bir mekan bütünlüğü olmasına karşın (toprak, asfalt, tahta, hava, gök) bu oyunda bilinmezlik içerisinde askıda durmaktasınızdır. Kapalı hangar gibi bir mekanda hiçbir dövüşçünün giymeye cesaret edemediği kırmızı şalvar, fıstık yeşili tayt, pembe atlet gibi aksesuarlarla dövüşülmektedir. Oyunun en özel farklılıklarından biri de vuruş teknikleridir. Yumruk ve tekme gibi darp hareketleri bu oyunda daha çok bir ilacın yan tesirini görmüş ya da eklem bozuklukları dolayısıyla fizik tedavi seansında görülecek tarzda sara krizi hareketlerdir. Kollar insandan bağımsız kendine özgü bir senkronla hareket eder. Bu vahim tabloyu kısılmış bacakların ardında kıpırdayan mavi taytlı veya kırmızı bir popo takip eder. Diğer güzel yanlarından biri de bu oyunda bağıra bağıra sizi gaza getiren sehircilerinde oyuna müdahil olabilmesidir. Siz rakibinizin kolunu bacağını kırarken aniden seyircilerin arasından sadece bacaklarını oynatarak elinde bıçakla bir arkadaş gelip bıçağı size sokuverir. Oyunumuzun bonus aşaması hiçbir oyunda rastlanmayacak yabaniliktedir. Üç ayrı forkliftin üzerinde duran kafadarlarımız buraya güç gösterisi yapmaya değil de daha çok Batman'da yapılacak olan tapu kadastro inşaatına amele seçmeye gelmiş gibidirler. Konu yevmiyeye gelince o zaman brutalty başlamaktadır sanki.
     Tarafımca gözlemlenen diğer bir nokta da Mortal Kombat'ın ilk adımları bu oyunla atılmıştır. Kombat'ta kullanılan Fatalty, Victory, Brutalty gibi geyik kavramlara bu oyunda değinilmiştir.
Saygılarımla.

Damnd


Damnd ile olan sayısız karşılaşmalarımın ilkini hatırlayamıyorum. Fakat ne menem bir orospu çocuğu olduğunu hatırlayışım son derece yakın tarihli.
Damnd denen sosyopat, dayak yedikçe haz alan, götü korkunca duvara oturup ıslık çalmak marifetiyle kahveden arkadaşlarını çağıran, bir araba sopa yemesine rağmen yonca görmüş eşek gibi sırıtmaya devam eden karaktersiz bir yavşaktır. İlk bölümün sonunda dayak yiyip yere yığılması ne yazık ki Damnd'ı son görüşünüz değil. Oyunun sonlarına doğru bir yerde bir sürü adamla mücadele ederken ekranın bir köşesinden dahil olmasını gördüğünüzde benim verdiğim isyan dolu tepkiyi vermeniz mümkün:
"Hah ananı sikeyim, bir sen eksiktin."

Nice bölüm sonu adamı gördüm. Ama bu Damnd gibisini görmedim, göremedim. Hatta Hagar oyununun (evet, oyunun adı bu) sonunda gelen tekerlekli sandalyedeki lavuk bile Damnd gibi sinir bozucu değil.

Damnd'ı hiç sevmiyorum.

Yurda Sesleniş (tipe bak)